1903 yılında Kırım Türklerinden 210 hane Divle nahiyesinin Osmaniye köyüne (bugünkü Ayrancı'ya) yerleştirilmiş ve zamanla Divle nahiyesinin nüfusunun azalması sonucunda nahiyelik 1913 'de Osmaniye'ye geçmiştir. 1923 yılında ismi 'Ayran Dede'efsanesinden dolayı Ayrancı olarak değişmiştir . Nahiyelikten birkaç yıl sonra Belediye kurulmuş ancak nüfus azalınca Belediyeliğe son verilmiştir.1968 yılında yakın köyler Mahalle olarak Ayrancıya bağlanarak tekrar Belediye kurulmuştur. Ayrancı Konya ilinin Ereğli İlçesine bağlı Kasaba iken 1987 yılında Kanunla İlçe yapılmış ve Ağustos 1988 'de fiilen İlçe olmuştur. 1989 yılında Karaman'ın İl olması ile Ayrancı İlçesi Karaman 'a bağlanmıştır. İlçenin Merkez Belediyesi ve 22 köy bulunmaktadır.
Nufusu : İlçe Merkez Belediye dahilinde 22 köy bulunmaktadır. Yapılan son nüfus sayımında İlçe Merkezinin 2.317 çevre köyleri ile birlikte 8.157 nüfusu bulunmaktadır.
İlçenin Okur Yazar Oranı %98 dir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında açılan ilkokul ile birlikte ,Ayrancıdaki okuma ve yazmaoranı yükselmiştir. Her meslek grubundan okur yazara sahip olan ilçe, çevre köylerdeki üniversiteleşme de dikkate alınınca akademik bir kadroya sahip olduğu görülmektedir.İlçenin temel ekonomik yapısı tarım hayvancılık ve bahçecilik birimlerinde yoğunluk göstermektedir. İlçe olması ile birlikte ilçe merkezindeki ticari yapıda canlanma olmuştur. Ayrancı da yıllardır çekilen su sıkıntısı daha fazla gelişmeyi engelleyen en önemli problemdir. Tamamen yağışlara bağımlı Ayrancı Barajı İlçedeki tarımsal faaliyetlerin beslendiği tek kaynaktır. Hizmete geçen Hışılayık projesi ile İlçedeki tarıma dayalı ekonomi büyük bir ivme kazanmıştır.
Adını Nereden Aldı ?
Bir yerleşim yeri olarak Ayrancıya Ayrancı ismini nereden aldı sorusu sorulduğunda şu rivayet anlatılır. Yavuz Sultan Selim Han Çaldıran Seferine giderken ordusuyla buradan geçer. Geçerken bu günkü Kuru Dere üzerinde kurlu olan Ayran Dede Köprüsünün olduğu yere gelirler.Köprüden geçeceklerinde Hilmi Dede ismindeki zat vezirlerden birisine ordunun içerisinde çaşıt (casus) olduğu söyler. Köprüden geçmemelerini söyler. Bunun üzerine vezir huzura çıkar. Devletlü Padişahım Hilmi Dede köprüden geçirmez ne yapalım der. Padişah der ki; "Geçme namert köprüsünden seller alırsa alsın beni der." ve atını dizginleyerek dereyi geçer. Fakat geçiş esnasında bir kaç askerin boğulup öldüğünü görür. Daha sonra anlaşılır ki bu ölen askerler ordudaki casuslardır. Bu arada ordunun yorgun ve susuz olduğu gözlenir.Hilmi Dedeye içilebilecek su olup olmadığı sorulur.O da bu günkü Karaman yolu üzerindeki soku taşına bir tas ayran yayarak ordunun bundan içmesini ister. Vezir sinirlenerek bir taş ayran kime yetecek dede der. Hilmi Dede besmele çekerek ayranı çamçaka (bardak) doldurur. Koca ordu içer ama yine de ayran bitmez. Padişah oraya gelerek Hilmi Dede bundan böyle senin adın Ayran Dede der.Ayran Dede de padişaha bir altın ibrik hediye eder ve üzerinde söyle yazar. "Bu günün aşını yarına bırakırsan aş olur bu günün işini yarına bırakırsan iş olur" der. Fazla zaman kaybetmeden yolunuza gidin varın der. Gazanızmübarek ola oğul der. (Kaynak : Ayrancı Yıllığı)
TARİH ÖNCESİ VE İLKÇAĞ'DA AYRANCI
Ayrancı ve çevresi ile ilgili olarak, günümüze kadar herhangi bir arkeolojik araştırma ve kazı yapılmamıştır. Dolayısıyla ilçemizin tarih öncesi ve ilkçağdaki yaşamı hakkında net bilgilere sahip değiliz. Ancak tarih öncesi dönemlerle ilgili birçok yaşam izlerine rastlamaktayız. İlkçağ ile ilgili olarak da birçok kalıntının günümüze ulaşmış olduğunu görmekteyiz.
İlkçağda ilçemiz ve çevresi Hititlerin yaşam alanı olarak görülmektedir. Özellikle Hititlerin M.Ö. 1200 yıllarında Frigler tarafından yıkılmasıyla; Anadolu'nun Güney taraflarında, Mezopotamya ve Suriye'de Hititlerin devamı olan 'Geç Hitit Şehir Devletleri' ne rastlamaktayız. Bunlardan birisi de ilçemiz ve çevresine de hakim olan Tuvana (Tuvanuva) Krallığıdır. Bu dönemde ilçemizin; Kocadere, Buğdaylı Deresi, Geleri Deresi, Koraş Köyleri çevresi, Ayrancı Merkez, Ulu Mahalle, Saray Köyü gibi yörelerimizdeki mağaralar ve inlerdeki düzenlemeler ve yaşam izleri, Hititlerin ve daha da net bir şekilde Tuvana Krallığından günümüze ulaşan uzantılar olarak değerlendirilebilir. Bir süre Friglerin de etkisinde kalan ilçemiz toprakları. M.Ö. 8. yüzyılda Asurluların, Lidyalıların, 6. yüzyıl da da Perslerin yönetiminde kaldı. M.Ö. 4. yüzyılda Makedonya Kralı Büyük İskender'in egemenliğine girdi. Büyük İskender'in ölümünden (M.Ö.323) sonra imparatorluk parçalanınca ilçemiz toprakları imparatorluğun Asya Karalığı yönetiminde kaldı. M.Ö. 3 yüzyılda Romalılar da Anadolu'ya adım attılar ve güdümlerinde birçok krallık oluşturdular. Bergama Krallığı buna örnek olarak gösterilebilir. M.Ö. 129 yılında Anadolu Romalıların Asya Eyaleti haline getirilince İlçemiz toprakları da bu eyalete bağlandı. Uzun süre Roma İmparatorluğunun yönetiminde kalan toraklarımızda Roma izleri somut bir şekilde kendisini göstermektedir. Ambar Köyünden çıkarılmış olan; Sidamara Lahti, köydeki antik Höyük ve diğer kalıntılar, Kale Köyü kalesi ve kaya mezarları, Pınarkaya (Divaz) köyündeki kale, kemer, sütun ve sütun başlıkları, Üçharman (Divle) ve Buğdaylı çevresinde olan kaya kiliselerindeki freskler ve steller bunların önemli kanıtlarıdır.
395 yılına kadar Roma İmparatorluğu'nun Asya Eyaleti olarak kalan Anadolu toprakları, bu tarihte imparatorluğun Doğu ve Batı Roma olarak parçalanması ile Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans İmparatorluğu)'nun payı içerisinde kaldı. Bizans yönetiminde iken zaman zaman Müslüman Arapların (Emevi ve Abbasilerin) saldırısına uğradı. Bizans döneminden başlayarak, Osmanlı Devleti'inin uzun bir sürecinde, Medine'nin vakıf toprakları olarak işlevini sürdürdü.
TÜRK TOPRAĞI HALİNE GETİRİLMESİ
1071 Malazgirt Zaferi sonucunda Selçuklularla Bizanslılar arasında yapılan antlaşmaya Bizanslıların uymaması üzerine Sultan Alparslan Anadolu'nun fethine karar verdi. Fetih için komutan ve beylerini görevlendirdi. Ebül Kasım, Artuk, Mengücek, Danişment, Atsız, Porsuk, Çaka beyler ve Kutalmışoğlu Süleyman Bey Anadolu'nun fethi için görevlendirilenler arasındaydı. Anadolu'nun büyük bir bölümü bu komutanlarca fethedildi ve Anadolu'da ilk Türk beylikleri kuruldu. Bunlardan Kutalmışoğlu Süleyman Bey 1075 yıllarında Marmara topraklarının büyük bir bölümünü fethederek bölgede Anadolu Selçuklu Devletinin temellerini attı. Diğer beyliklere göre kısa sürede güçlenen Anadolu Selçuklu Beyliği topraklarını genişletti. 1077 yılında da Kutalmışoğlu Süleyman Bey Ereğli ve Ayrancı yörelerini de Bizanslılardan alarak Anadolu Selçuklu toprağı haline getirdi. Böylece Ayrancı toprakları Türk tarihindeki yerini aldı. Aynı yıllarda Diğer beyliklerle birlikte Anadolu Selçukluları da yarı bağımsız devlet haline geldi. 1092 yılından itibaren ise, Anadolu Selçuklu Devleti I. Kılıç Arslan'ın yönetiminde tam bağımsız devlet haline dönüştü. Bu dönemlerde doğudan Anadoluya akın akın Türkler gelerek yerleşmeye başladı. Özellikle bölgemize ve Toroslara çoğunlukla Salur ve Afşar Türkleri geldi. Karaman ve Ayrancı topraklarına gelenler genelde Salur Türkleri idi.
Anadolu topraklarının Türkler tarafından fethi Haçlı Savaşlarının ana nedeni oldu. Türkleri Anadolu'dan atmak isteyen Haçlılar özellikle Anadolu Selçuklu Devleti ile bu savaşı başlattılar. 1096 yılında başlayan I. Haçlı Savaşı'nda, ilçemiz toprakları da bu savaş alanı içerisinde kaldı. Bu savaşta Ayrancı ile ilgili şu bilgilere rastlanmaktadır. 1097 yılında Hasan Dağı'na adını vermiş olan Emir Hasan (Ebul Gazi=Melik Gazi) yönetimindeki Anadolu Selçuklu kuvvetleri, Haçlı ordularına bu yörelerde (Aksaray-Ereğli) büyük kayıplar verdirdiler. Aksaray ve Ereğli yöresini terk eden Haçlı kuvvetlerinden 20 bin kadar asker, Külek Boğazından geçerek Çukurova'ya ulaşmak istedi. Ancak boğazın Türkler tarafından tutulmuş olması nedeniyle hedeflerine ulaşamadılar. Amaçlarına ulaşmak yani Çukurova'ya gitmek için, Ereğlinin güneyindeki Toros silsilesini takip ederek Larende'ye (Karaman) yöneldiler. Ayrancı'ya kadar gelen bu Haçlı kuvvetleri 'Kafir Yazısı=Gavur Yazısı' denilen mahalde bir süre konakladılar ve dinlendiler. Buradan da Ayrancı - Divle - Kıraman - Berendi vadisi'ni (Kocaere) takip ederek Toros Dağlarını aşıp Tarsus'a ulaştılar. Çukurova'ya geldiklerinde 20 bin olan sayıları daha da azaldı.
KARAMANOĞULLARI ZAMANINDA AYRANCI
Toros Dağları ve yöresine Anadolu Selçuklu Devleti'nin Uç Beyliği olarak yerleştirilen Karaman ve halkı, Anadolu Selçuklu Devleti'nin zafiyetinden ve isyanlardan da (1240 Babailer İsyanı) yararlanarak başkaldırdılar. Ayrancı ve Ereğli topraklarını bu karmaşada kendilerine bağladılar. 1243 Kösedağ Savaşı'ndan sonra yaşanan gelişmeler ve Anadolu'daki Moğol baskısı üzerine 1257 yılında Kerimüddin Karaman yönetiminde bağımsızlıklarını ilan ettiler. Böylece Karamanoğulları Devleti kurulmuş oldu. Karamanoğlu I. Mehmet Bey'in ünlü dil fermanını yayınlaması ile ise milli bir devlet haline dönüştü. Osmanlı Devleti'nin kurulması, güçlenmesi ve genişlemesi paralelinde, diğer beyliklerde olduğu gibi Karamanoğulları Beyliği de Yıldırım Bayezit döneminde Osmanlı Devletine bağlandı. 1402 yılında yapılan Timur ile Yıldırım Bayezit arasında yapılan ve Osmanlı'nın yenilgisi ile biten Ankara Savaşı'ndan sonra yeniden bağımsızlıklarını kazandılar. Uzun süre Osmanlı Devleti ile çekişmeler yaşayan Karamanoğulları Beyliği topraklarının tamamına yakını, Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı topraklarına katıldı (1466) Toros Dağları'nın korunaklı alanlarında bir süre varlıklarını devam ettiren beylik, II. Bayezit zamanında tamamen Osmanlı Devleti'nin yönetimini kabul etti ve tarih sahnesinden çekildi (1487).
Karamanoğulları Beyliği zamanında Ayrancı ve çevresi (Divle); beyliğin yöneticileri ve hükümdar ailesinden olanların (melikler) yaylağı olarak işlevini sürdürdü. 14. yüzyıl ortalarında Musa ve Fahrettin Ahmet Beylerin Divle ve çevresinde yaşadıkları bilinmektedir. Musa Bey'in günümüzdeki Musa mahallesi çevresinde yaşadığı, kendi adı ile anılan Musa Dağı ve Yüğlük dağlarında avcılık yaptığı, Fahrettin Ahmet Bey'in ise Divle'de küçük bir saray ile Saraycık yaylağına bir av köşkü yaptırdığı tarihi bir gerçektir. Ayrıca'da Karamanoğlu Beyliği zamanında, Kocadere (Divle Deresi) üzerinde birçok köprü de yaptırılmış olup, bir bölümü yıkık dökük de olsa günümüzde varlığını sürdürmektedir. (Kıraman, Divle, Ayrancı ve Kale - Karaağaç köyleri arasındaki köprüler bunlardandır.)
CEM OLAYI'NDA AYRANCI
Cem Olayı: Fatih Sultan Mehmet'in 1481 yılında ölümü üzerine, oğulları olan Amasya Valisi II. Bayezit ile Konya (Karaman) Valisi Cem arasında geçen taht kavgasına verile addır. Cem Sultan'ın başından geçen maceraların bir bölümü. Ayrancı toprakları içinde ve Bulgar (Bolkar) Dağlarında geçti. Güçlü olan taraf, Kapıkulu Ordusunun (Yeniçeriler) kendi yanında yer alması nedeniyle II. Bayezit idi. II. Bayezit'in padişahlığını tanımayan Cem Bursa'da padişahlığını ilan etti. Adına para bastırdı ve hutbe okuttu. Ancak babalarının çıkarmış olduğu 'Ülkenin bekası için kardeş katli vaciptir.' kanunu gereğince Cem'e savaş açtı. Gedik Ahmet Paşa komutasında yapılan savaşı kaybeden Cem Konya'ya kaçtı. Burada da kalamayarak Memluklara sığındı. Bir yıl kadar Mısır'da kalan Cem padişah olmak üzere Konya'ya geri döndü. Ancak II. Bayezit'in kuvvetlerine karşı koyamayarak ikinci kez bin bir güçlükle Torosları aşarak Rodos Adası'ndaki Hıristiyan (Sen Jan) şovalyelerine sığındı. 1495 yılına kadar Avrupa'da birçok maceraya konu olan Cem Sultan aynı yıl Nis'de yaşamını yitirdi. Tahnit (iç organların çıkarılması) edilen cenazesi İstanbul'a getirilip defnedildi. Bir süre sonra cesedi Bursa'daki türbesine nakledildi.
Karamanoğlu Kasım Bey ile Cem Sultan işbirliği yaparak Osmanlı Devleti'ne (II. Bayezit) karşı mücadele etmişlerdir. Bu mücadele ilgili olarak Şikari eserinde şu bilgiyi vermektedir. 'Cem Sultan bir gün atına binerek, Bulgar Dağlarının bir bölümü olan Koraş dağlarına çıktı. Yanındaki 300 kadar adamı ile birlikte Koraş yaylalarına ulaştılar. Burada büyük bir topluluk vardı. Anladı ki bunlar Karamanoğullarındandır. Korktu, meğerse Koraş Beyleri Karamanoğulları Beylerini ziyafete çağırmışlardı, içki içerek eğleniyorlardı. Kasım Bey (Karamanoğlu Hükümdarı), Cem Sultan'ı görünce tanıdı. Kökezoğlu'nu gönderip davet etti. Cem Sultan çok korktu. Gördü ki, kaçmak mümkün değildir. 'Alalahüteala'ya sığınıp, davete katıldı.' Kasım Bey, tüm Karaman beyleri ile ayağa kalkarak Cem Sultanı karşıladı. Tokalaştılar, Kasım Bey gördü ki Cem sultan sevilen bir yiğittir. Cem Sultan da Karamanoğlu Kasım'ın sevilen sayılan bir reis olduğunu gördü. Hal hatır sorup, Larende'ye yapılan zulmü konuştular. Birbiri ile candan dost oldular. Kırk gün kadar burada kalıp, içtiler, eğlendiler. Cem Sultan şu sözü verdi. 'Eğer ben padişah olursam, yine topraklarını sana vereyim.' diyerek dünya ahret kardeş oldular. Birkaç gün daha kalıp, Kasım Bey'le vedalaşan Cem, Larende'ye (Karaman'a) geri döndü.
Fatih'in ölümünden kısa bir süre sonra Cem (1481/1482 yılları) tekrar Bulgar Dağlarına çıktı. Uzun süre Kasım Bey'le görüştüler. Üç yıl sakin yaşadılar. (1481'den sonraki yıllar) Bulgar Dağları, korunaklı ve sarp olduğu için kimse bunlara ulaşamadı. Bir süre sonra II. Bayezit Larende'ye gelince Kasım Bey ile Cem Sultan Larende topraklarını terk edip Ereğli'ye geldiler. II. Bayezit'in gönderdiği kuvvetlerle çarpıştılar ve tekrar Bulgar Dağlarına çıktılar. II. Bayezit de Larende'de Şehzade Mehmet'i bırakıp İstanbul'a döndü. İki yıl kadar Bulgar Dağlarında kalan Cem Sultan, Rodos Şovalyeleri ile anlaşarak onlara sığındı.'
Şikariye göre, bu olayla birlikte Karamanoğulları tamamen tarih sahnesinden çekilmiş oldu. Olaylar genelde Ayrancı İlçesi'nin sınırları içinde meydana gelmiştir. Başta Divle olmak üzere, Koraşlar, Çat Köyü, Kıraman, Berendi ve yaylalarını kapsamaktadır. Buralar Karamanoğulları Beyleri ve ileri gelenlerinin barınma ve korunma yeri oldu. Buralarda (anlatılan) çatışmalar ve maceralar yaşandı. Ayrıca; Cem Sultan'ın Divle'ye gelerek konakladığı, buradan da Kıraman ve Berendi vadisi üzerinden Bulgar Dağlarını bin bir güçlükle aşarak Ramazanoğulları topraklarına ulaştığı belirtilir.
OSMANLI DEVLETİ'NDE AYRANCI
Fatih Sultan Mehmet tarafından yapılan Otlukbeli Seferi (1473) ile Yavuz Sultan Selim tarafından gerçekleştirilen Çaldıran (1514) ve Mercidabık ve Ridaniye seferlerinde (1516/1517) İstanbul'dan hareket eden Osmanlı orduları; Gebze, İznik, Eskişehir, Bolvadin, Akşehir, Konya, Karaman, Ayrancı, Ereğli menzilini (savaş yolu ve yollar üzerindeki konaklama yerleri) takip ede rek buradan Doğuya ve Güneye yönelirlerdi.
Ayran Dede ve Ziya Efendi efsaneleri, Yavuz Devri Savaşlarına izafe edilmektedir.
Ayrancı ve çevre halkının hafızasında yer alan Ziya Efendi Efsanesi şöyledir. Yavuz Sultan Selim Orduları ile sefere giderken Ayrancı menzilinden de geçmek zorundadır. Ordularıyla bugünkü İstasyon ve Hüyükburun Köyü çevresine gelen Yavuz Selim, o yıllarda bol suyu olan ve coşarak akan Divle Suyu ile karşılaşır. Suyu geçmek güçtür. Görevliler geçiş yeri ararken köprü ile karşılaşırlar. Hazine bulmuşçasına durumu Yavuz Selime bildirirler. Adamlarını Ziya Efendiye gönderen Yavuz Selim, ordusunun bu köprüden geçmesi için izin ister. (Ordunun oradan geçmesi demek aynı zamanda ekili arazilerin talan edilmesi anlamını da taşır.) Ziya Efendi Bu isteği geri çevirir. Durum Yavuz Sultan Selim'e iletildiğinde hiddetlenen Selim, 'Geçme namert köprüsünden, seller alırsa alsın beni' der ve askerin akarsuya dalarak geçmesini emreder. On binlerce kişiden oluşan ordu suyu geçmeyi başarır. Ancak iki kişi suda boğularak hayatını kaybeder. Gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra ölenlerin Osmanlı ordusu içerisinde bulunan iki casus olduğu ortaya çıkar. Bu durumda Yavuz Selim, Ziya Efendi'yi huzuruna çağırtır. Orduyu neden sudan geçirtmediğini sorar. Ziya Efendi ise ölen iki casus nedeniyle izin vermediğini söyler ve Padişaha bir de kıymetli ibrik armağan eder. İbrik Yavuz'un otağına getirilir. Bu ibrikle abdest almak isteyen Yavuz'un, ibrik üzerindeki yazılar dikkatini çeker ve okur. Aynen şu ifadeler yer almaktadır:
'Akşamki aşını sonraya bırak, aş olur. Akşamki işini sonraya bırakma, iş olur.' Bunun üzerine, Ziya Efendi'nin bir Evliya olduğunu anlayan Yavuz Selim, Ziya Efendi'nin evine giderek ziyaret eder. O'na teşekkür edip armağanlar sunar. Fazla zaman kaybetmeden Ziya Efendi'nin duasını da alarak yoluna devam eder.'
Kanuni'nin Bağdat Seferi (1534) ile IV. Murat'ın Bağdat Seferleri de aynı menzilleri takip ederek yapılmıştır. IV. Murat'ın Bağdat Seferi sırasında ordularının, 09 Mayıs 1638 Çarşamba günü saat 8'de Akgöl'ün Ayrancı tarafındaki Gölbaşı denilen menzilde konakladığı menzilname kayıtlarında mevcuttur.
Antik dönemlerde kurulmuş olan Divle yerleşkesi, Karamanoğulları döneminde yönetici ve beylerin yazlığı (yaylak) olarak işlevini sürdürmüştür. 19. yüzyılda Osmanlı zamanında Divle'yi kaza merkezi olarak görmekteyiz. Ayrancı ve ova toprakları ise bu kazanın çiftlikleri olarak işlenmektedir. Yüzyılın ilk yarısında (1832 yıllarında) Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'ın Osmanlı Devletine karşı isyanı ve Ereğli ve Ayrancı yöresini yönetimine almasıyla, Divle'nin vergileri düzenlemek, toplamak üzere mütesellim olarak Halimzade Mehmet Ağa görevlendirilir. Bu tarihten itibaren yaklaşık 40 yıl kadar Ayrancı ve çevresinde Helimoğullarının etkisi ve ayanlığı (Ayan: Başına buyruk hareket eden yetkili yönetici=derebeyi) görülür.
Günümüzdeki ilçe merkezimiz ve ova köyleri Divle kazasının özellikle Helimoğullarının çiftlikleri olarak işlev görür. Konya Salnameleri ve Osmanlı arşiv kayıtlarına göre, Divle Kazası 1867/1868 yıllarında kaza (kadılık) statüsünden çıkarılarak, nahiye statüsüne dönüştürülür. İdari yönden Ereğli'ye askeri yönden ise Karaman'a bağlanır.
AYRANCI'NIN OSMANİYE ADI İLE KURULUŞU VE NAHİYE STATÜSÜNÜ KAZANMASI
Günümüzdeki ova köyleri ve Ayrancı, Divle nahiyesinin çiftliği iken zamanla çiftçi aileleri bu çiftliklerde yerleşmeye başladı. Dolayısıyla ova köylerinin temelleri de bu şekilde atılmış oldu. 20. yüzyılın başlarına kadar çiftlik olarak kalan Ayrancı'nın kaderini Kırım'dan gelen Tatar Türkleri değiştirdi.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan süreçte, Kırım Türkleri asimile edilmeye, topraklarından sürülmeye ve Slavlaştırılmaya çalışıldı. Bu süreç 20. yüzyılın başlarına kadar sürdü. Kırımdaki Türk nüfusu oldukça azaldı ve Kırım Slavlaştırıldı. Bu yıllara kadar Kırım halkı devletlerarası (Osmanlı-Rusya) anlaşmalarla toplu göçlere maruz kaldı. Gasparalı İsmail Bey'in ortaya çıkması, verdiği mücadele ve Kırım'da Kuva-yı Milliyeyi oluşturması sonucu toplu göçler sona erdi. Ancak aileler bazında bireysel göçler devam etti. Ayrancı'ya 1903 yılında gelen Kırım Türkleri, Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yapılan anlaşmalarla gelenlerden olmayıp aile bazında ve bireysel pasaportlarla gelenlerdendir.
1903 yılı baharında İstanbul'a gelen Kırım Türkleri için yerleşim alanları aranırken bir bölümü Konya'ya gönderildi. Bir süre Konya'da kalan göçmenler, Karaman çevresinde yerleşmek istiyorlardı. Zira daha önce gelen akrabaları buralara yerleştirilmişti. Göçmenler Komisyonu onlara, Karaman-Ereğli arasında beğendikleri bir mahalde yerleştirileceklerini bildirdi. Gerekli çalışmalar yapıldı. Göçmenlerin temsilcilerinin de katılımıyla oluşturulan komisyon Ayrancı'yı yerleşme alanı olarak belirledi. 12 Haziran 1903 günü göçmenler komisyonunun temin ettiği araçlarla Konya'dan yola çıkan Tatar Türkleri (göçmenler) Akçaşehir üzerinden yaptıkları yolculuk sonunda 13 Haziran 2003 günü Ayrancı'ya geldiler. Yaklaşık olarak sayılarının 900-1000 kişi ve 200 hane civarında olduğu zannedilmektedir. Ereğli nüfus kütükleri 1936 yılında yandığı için kesin bilgiye ulaşamıyoruz.
Gelen göçmenler, kilimlerle oluşturdukları çadırlara ve çevredeki inlere geçici olarak yerleştiler. Bir taraftan da köyü oluşturmak için çalışmalar başlatıldı. Konya'dan gelen fen heyeti ile Divle yönetimi ve göçmenlerin de içinde bulunduğu heyet; yerleşim alanının oluşturulacağı arazi ile; köyün sınırlarını, tarla ve bahçe yerlerini tespit etti. Aynı yılın temmuz ayında köyün inşasına başlandı. 1903 yılı aralık ayında inşaatlar tamamlandı. Göçmenler yeni evlerine kavuştu. İki mahalleden oluşan köy 1903 yılında kurulmasına rağmen 1904 yılında 'OSMANİYE' adı ile tescili yapıldı.
1906 yılı Konya Vilayeti Salnamesinde ilçemizin adı Ereğli Kazası'na bağlı Osmaniye Nahiyesi olarak geçmektedir. Buna göre, köyün kuruluşundan yaklaşık iki yıl sonra (1905/1906) Osmaniye Nahiyesi olarak Konya idari örgütlenmedeki yerini aldığını söyleyebiliriz. Tatar Türklerinin yanı sıra, Divle'den göç edenlerin de buraya yerleşmesi ile Divle küçülürken Osmaniye büyüdü. Osmaniye nahiye statüsüne dönüşürken Divle köy statüsüne dönüştü.
OSMANİYE'NİN AYRANCI ve AYRANCI DERBENT ADINI ALMASI
Ayrancı Adını Alması: Ayrancı ve çevresinde yaygın olarak anlatılan efsaneye göre: Yavuz Sultan Selim Mısır Seferi'ne (Mercidabık ve Ridaniye seferlerinden biri 1516 ve 1517 yılları) giderken ordunun savaş menzili, Ayrancı'dan geçmektedir. Konya - Karaman üzerinden Ereğli istikametine giderken Osmanlı Ordusu Ayrancı'ya gelir. Günümüzde Ayrancı Barajını besleyen sular çeşitli derelerle birleşerek, Ayrancı'dan kuzeybatıya doğru coşkun bir şekilde akmaktadır. Ordunun akarsu üzerindeki dereden geçmesi zorunlu olunca, bir kol Ziya Efendi, diğer kol ise Hilmi Dede Köprüsüne yönelir. Hilmi Dede Köprüsüne yaklaşan ordu kolunun komutanı, Hilmi Dede'ye, askerin içebileceği temiz suyu nerede bulabileceğini sorar. Hilmi Dede, evinde bulunan ayrandan onlara ikram etmek istediğini söyler. İsteği komutan tarafından kabul edilir. Dede ayranı evinden getirerek, ordunun geçeceği köprünün yanındaki soku taşına doldurur. Komutan alaycı bir şekilde: 'Dede! Bu kadarcık ayran koca orduya nasıl yeter, sen kafayı mı yedin?' gibisinden sözler söyler. Dede getirdiği kepçeleri ve maşrapaları (madeni ya da ahşap olan su bardağı) sokunun yanına bırakır. Sıra ile ayranı kana kana içen askerler köprüden Ereğli tarafına geçer. Ancak ayran yine de tükenmez. Bu durumu gören komutan biraz da mahcup bir şekilde, Hilmi Dede'nin sırtını sıvazlayarak: 'Siz Hilmi Dede değil Ayran Dede olmalısınız.' der. Komutan, 'Ayran Dede' ye teşekkür ettikten sonra karşıya geçerek ordusunun başında sefer yoluna devam eder. Bundan böyle erenlerden biri olan Ayran Dede (Hilmi Dede) bu adla yaşamını sürdürür. Vakti zamanı gelip ölünce de günümüzde adının verildiği yerdeki mezara defnedilir. Zamanla mezar üzerine türbe yapılarak Ayran Dede'nin hatırası kalıcı hale gelir.
Bu efsaneden etkilenen çevre halkı türbe çevresindeki alana Ayrancı demeyi sürdürür. 1903 yılında köy kurulmasına ve 1904 Osmaniye adının köy adı olarak tecil edilmesine rağmen, çevre halkının gönlündeki adı Ayrancı'dır. Ayrancı söylemi halkın dilinden hiç eksilmez. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, yerleşim yerlerine yeni adlar verilip isimler değiştirilmiştir. Bu değişime ayak uyduran Konya İl Genel Meclisi de aldığı bir kararla Osmaniye'nin adını değiştirerek 'Ayran Dede' efsanesinden dolayı Ayrancı olarak tescil ettirmiştir. 1928 yılında İçişleri Bakanlığı tarafından eski harflerle (Arap harfleri) yayınlanan 'Dahiliye Vekaleti Nüfus Umum Müdürlüğü, Son Teşkilat-ı Mülkiyede Köylerimiz' adlı kitapta ilçemizin adı OSMANİYE olarak geçmektedir. 1933 yılında yine İçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan 'Dahiliye Vekaleti Mahalli İdareler Umum Müdürlüğü, Köylerimiz' adlı kitapta Ayrancı olarak geçmektedir. Buna göre ilçemizin Ayrancı olarak resmen tescilinin yapılması 1928 yılından sonradır. 1929/1930 olabilir.
Ayrancı Derbent Adını Alması: Derbent adının nereden ve nasıl geldiği ve Ayrancı adına nasıl eklendiğini anlamak için öncelikle derbent sözcüğü hakkında bilgi vermek gerekir. Osmanlı belgelerinde bu sözcüğün 15. yüzyıldan itibaren kullanıldığı görülür. Daha önceki Türk devletlerinde de kullanılmış olduğunu söylemek yanlış olmasa gerekir. Derbent sözcüğü Türkçeye Farsçadan geçmiş olup, der(dar) = geçit + bend = tutmak sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuş bileşik bir sözcüktür. Sözlük anlamı; engel, geçit, boğaz, set, hudut bölgelerinde, dağlar arasında güçlükle geçilen boğaz anlamlarına gelmektedir. Derbentler önemli geçit noktalarında kurulmakta idi. Bugünkü anlamda derbent, polis ve jandarma kuvveti olmadığı için yolların ve geçitlerin güvenliğini temin eden karakollardı. Derbentlerin bulunduğu yerler, etrafı kontrol edebilecek şekilde idi. Derbentler daha çok yerleşme alanlarının az olduğu yerlerde kuruluyordu. Hanlar, ıssız yerlerde yapılmış olması nedeniyle birer derbent mahalli idiler. Önemli ticaret ve askeri yolların kavşak noktaları ve dağların geçit verdiği yerler ile köprü ve nehirlerin geçit noktaları da derbent alanlarıydı. Ayrıca derbentler, etrafı kontrol edebilecek yerlerde bulundukları için askeri öneme de sahiptiler. Bir yerin derbent olabilmesi için; yolların kavşak noktalarında olması, merkezi durumda olması, devlete ve halka yararlı olabilecek yerler olması, geçitler, köprüler, hanlar ya da kervansarayların o yerde bulunması gerekliydi. Derbent olmak için koşullardan birkaç tanesine sahip olmak gerekirdi. Osmanlı Devleti'nin derbentçilik örgütlenmesinde amacı; ticareti geliştirmek, yolların, halkın güvenliğini sağlamak ve iskân politikasına katkıda bulunmaktı. Derbent örgütü 1839 Tanzimat'ın ilanından sonra doğrudan zabıta örgütüne dönüştürüldü. Günümüzdeki Jandarma Karakolları bu sürecin son halkası olmaktadır.
Ayrancı ve çevresi, tüm bu anlatılanlara paralellik gösteriyordu. Ayrancı ve ovasını sulayan Divle Deresi üzerinde ve Ayrancı yakınında Ziya Efendi ve Ayran Dede Köprüleri vardı. İpek yolunun bir güzergâhı, Ereğli - Karaman üzerinden Konya'ya gitmekteydi. Daha da önemlisi derbentin olmazsa olmazlarından olan hanlardan biri de bu çevrede, bugünkü Hüyükburun Köyü sınırları içerisinde kalan Atlı Hasan (Atlashan) Hanı, Ayrancı yakınlarında idi. Tüm bu bilgilerin ışığında, Osmaniye Köyü'nün kuruluşu ve Ayrancı adının verilmesinden sonra derbent adının Ayrancı sözcüğüne eklenmesi, verdiğim bu bilgilerden kaynaklanmaktadır. Yıllarca Ayrancı ve köyleri için verilen adreslerde ve gelen mektuplarda, bu ad kullanıldığı gibi daha da önemlisi Ayrancı Tren İstasyon binasındaki tabela 'AYRANCI DERBENT' hepimize tanıdık gelen bir isimdi.
MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA AYRANCI
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile başlayıp Kurtuluş Savaşı süresince Konya ve Ereğli halkında olduğu gibi Ayrancı halkı da, Ereğli bünyesinde görevini özveriyle yerine getirdi. 1920 yılında Konya ili topraklarında meydana gelen Delibaşı Mehmet İsyanında, tüm kışkırtmalara rağmen Ayrancı halkı isyana bulaşmadığı gibi, zaman zaman da isyan belirtileri karşısında titizce davranarak olası teşebbüsleri önledi. Ereğli ve Konya'da oluşturulan Kuva-yı Milliyecilerle gönül birliği ve işbirliği yaptı.
Kurtuluş Savaşı sürecinde 'Tekalif-i Milliye Kanunu=Milli yükümlülükler Kanunu' gereğince; Ağızboğaz Köyünden Merhum Hasip Hoca'nın başkanlığında oluşturulan komisyon tarafından ordularımıza gönderilmek üzere para ve çeşitli malzemeler toplandı. Ayrancı (Osmaniye) halkı, Kurtuluş mücadelesine canının yanı sıra malı ile de katkıda bulundu. Savaş sonrası, ülkemizin kalkınması yolundaki çabalarda da Ayrancı'dan Merhum Hasip Hoca'nın (Koçak) Ayrancı ve Ereğli'yi temsil etmek üzere 1923 yılında yapılan İzmir İktisat Kongresine katıldığını görmekteyiz.
AYRANCI'NIN SON ZAMANLARI
Nahiye (bucak) olarak yönetim işlevini sürdüren Ayrancı 1968 yılında kendisine bağlı olan Uluköy'ün yanı sıra Musa Köyü'nüde mahalle olarak bünyesine almak suretiyle, dört mahalleden oluşan bir belde haline getirildi. (Dede ve Yeni mahalle merkez mahalleleridir.)
1968 Mahalli seçimlerinde belediye başkanlığı seçimlerine katılarak, köy statüsünden belde statüsüne geçti. İlk belediye başkanı Sayın İsmet SET olurken, son belediye başkanımız Sayın Yüksel BÜYÜKKARCI'yı görmekteyiz.1970 yılından sonraki kısa bir süreçte ise Nahiye (Bucak) statüsü son buldu. Karaman'ın il olmasından sonra, 19 Haziran 1987 tarih ve 3392 sayılı kanun ile ilçe statüsüne kavuşturulup Karaman ilinin bir ilçesi haline getirildi.